İstanbul 20XX

2000’lerin başları. İstanbul’da her taraf “İstanbul 2008” ilanları, bayrakları vb içerikle donatılmış. Bir heves olimpiyat stadı falan yapılıyor.. Nispeten çocuk kalışıma mı vereyim yoksa gerçekten başka gözle görünür bir şey yok mu bilmiyorum ama o hava, o hazırlık yok yani. Yoksa yoktur. 

2008’de şanına yaraşır bir elenişin ardından klasik Türk iyimserliği ve bir miktar yüzsüzlük kremasıyla umutların ertelenmesi vs.. 2000 ve 2004’ün ardından olduğu gibi. Aday adaylığından bile çıkılamayan 2012 gibi. “2016’yı da hiç sesimizi çıkartmayıp bay geçersek sonraki kesin bizim” kozumuzu da oynadık mı tamam. 2020 kesin bizim.

Bu defa ben mi daha iyi izleyici oldum yoksa gerçekten “bir şeyler” yapılmıya çalışıldı mı yine karar veremedim. Elbette her daim bir “master plan” bulundurmak lazım da, hadi iyimserliğimizi koruyalım, bu sefer daha iyi reklam yapıldı.

İstanbul’un kuzeyi malum, yeterince şehre akın edenler yokmuş gibi, adeta nüfusun artık yarısını barındırması bu bölgeyle bizzat teşvik ediliyor. Havalimanı iyi bir çıkış noktası ve bununla beraber halihazırdaki projelerin büyük bir kısmını “hazırlık” diye öne sürerek prim yapma çalışması gözden kaçacak gibi değil; iç/dış araştırma farketmeksizin anlaşılabiliyor yani. 

Hani eskiler Yunanistan ile benzerliklerimize sinirlenir ama o kadar açıktır ki doğru düzgün inkar edemezler ya.. Spor kültürümüz seviyesinde baktığımızda Atina 2004’ün ardından o güzel tesislerin ne hale geldiğine belki rastlamşsınızdır. Kaynak, yatırım, gerçekleşen organizasyon ve puf! Terk edilmiş, kullanılmayan ve çürümeye başlayan yapı yığınları hep.. Gelir odaklı yaklaşımların hazin sonu. Şimdilik Formula 1 pistiyle kurtardık gibi duruyor kültürsüzlüğümüzün hayalet şehrini, köyünü ama gelecekteki tuzaklar devam edecek; hissediyorum.

Ve siyasettt. Bizzat siyaset tarafından gösterilecek günah keçileri:
“Gezi olayları olmasa kesin alırdık.”
“Suriye olayları olmasa kesin alırdık.”
“Müslüman ülkeyiz diye dışlıyorlar.” (İşte o laiklik dediğimiz şey bunu ayırmaya çalışıyor hala anlamasanız da.)

Falan filan.. İlgili olup olmamalarını bir an düşünmeyip onlara rağmen alabilmeye ne derdiniz? Başarı? İlla ki. Peki ne kadar ilgili? Devede kulak.

Kına yakma hakkımız saklı olmakla beraber, 2020 yaz oyunlarının İstanbul’da yapılmamasına fazla üzülecek bir şey bulamıyorum. O kadar köprü bir ülkeyiz ki (bridge together) bir taraftan iyi gelen bir şey, diğer tarafta acısını fena çıkartıyor. Kağıt üzerinde kötü gelenin de iyi yanları olduğu gibi. Karma işte ne yaparsınız..

O değil de, sen koskoca laleyi zamanında Hollanda’ya kaptır, yetmedi adamlar bir karış haritada gözükmeyen toprağı üzerinde yetiştirdiği rengarenk laleleri tüm dünyaya taze olarak ihraç etsin, sen de artık aynı haritada yüzde 95’i çöl gibi duran 783,562 km2 alanında gerçekleştirmeyi umduğun oyunlar için o laleyi simge olarak seç. Saçma değil mi ya? Logo seçiminde de sanki tüm adaylara bu tema zorunlu gibi bir dayatma varmış gibi sadece birkaç farklı seçenek vardı. Lalelerin ise en kötüsünü İstanbul 2020’nin yüzü oldu. Zevkler renkler tabi.. O logonun tarihin tozlu raflarına gitmesi en büyük kazancımız olabilir.

Şunu bilip şunu söylemek lazım ki; tarih tekerrürden ibaret ve burada birkaç tanesinden bahsetmiş olsam gerek. Darısı bir sonraki İstanbul 20XX adaylığına veya yaratıcı zekamızla engin, eşit ve adil olarak başlatacağımız kendi “yeşil” olimpiyatlarımıza diyelim. İstanbul’daki kutlama malzemelerini de iade etmeyin sakın. 29 Ekim’e ne kaldı ki?

Haikei!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir