Timbuktu – Paul Auster

Özgün adıyla her dilde çıkan kitaplara bayılır insan. “Parantezi nereye koyup özgün adını belirtsem, İngilizce dışı bir dilse acaba o adını da kullansam mı…” gibi sorunlar insanın içini kemirmeden adeta bir yerli kitapmışçasına davranabilirsiniz kendilerine.

Paul Auster’in Timbuktu’su da, bu kategorinin güzel bir temsilcisi olarak kitaplarımızın arasında yerini alıverdi kitapçıda oradan oraya savrulurken…

Ama bu lisan üstülüğün fazladan bir açıklama gerekliliği yaratmadığını da söyleyemeyiz. Timbuktu… Şöyle bir düşünsenize ne demek? Sen biliyor musun, peki ya sen? Yok mu bir bilen?

Aynen öyle. Kitabı okumadan bilme şansınız hayli düşük olsa gerek. O zaman Türkçe’den başka dillere direk çeviri yoluyla ulaşamayacak bir çeviriyle “diğer taraf” diyelim Paul Auster ‘in Timbuktu’su için. Her ne kadar kitabın esas konusu olmasa bile, içerisindeki esaslı bir tabir olduğu konusunda içinizi ferah tutarak üstelik.

Kemik Bey’in bakış açısına sahibiz Timbuktu’da. Kendisi, Willy G. Christmas isimli yarı evsiz yarı filozof sahibinin köpeği olurlar. İnsan yaşı ve köpek yaşını kıyasladığımızda aşağı yukarı yakın yaşta olan bu ikilide insan bilgeliğindeki Willy’nin, hayatı boyunca eğittiği Kemik Bey’in yaşamından, insan yaşı için erken bir zamanda Timbuktu’ya göç edişiyle açılan bir sahne var karşımızda.

Çin restoranlarının köpeklere olan tehlikelerinden tutun da, Kemik Bey’in belki de tek öğrenemediği okumaya kadar pek çok insan/hayvan etkileşimi Willy ile Kemik Bey arasında gerçekleşiyor. Kaçınılmaz yol ayrımına gelindiğinde ise bir köpeğin nelerle karşılaşabileceği, hayatta kalma ve/veya “acaba ben de hemen Timbuktu’ya mı gitmeliyim” ikilemi ile ve elbette Kemik Bey’in psikolojisiyle okurlarla buluşuyor.

166 sayfalık bir roman, hatta İngilizce bahsedilişiyle “novella” yani kısa roman/hikaye var karşımızda. Kilit noktası kuşkusuz Paul Auster olan ve ufkunuzu daha elinize ilk aldığınızda genişleten…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir