Konstantiniyye Oteli’ne Dair

Kurgumuz yedi yıldızlı Konstantiniyye Oteli açılışı ile başlıyor. Geçmişi hiçe sayma eşiğini geçerek İstanbul’un zenginliklerini, güncel zenginliklerin altına almış bir “ihtişam” yapısı doğuyor. Ortaklarından konuklarına kadar her şey kaymak tabakaya hitap eder halde, her şey “muhteşem”.

Otel açılışı ve açılış gecesindeki bireysel hikayeleri yüzde 80 civarında düşünürsek, kitap olan Konstantiniyye Oteli’ne yaklaşık yüzde 20’lik bir hikaye anlatıcılığı kalıyor. Esas karakterimiz zaten malum; Konstantiniyye Oteli’nin Gaydar Rusteoviç “İmparator” Hamzatbekov’un aksine naif ortağı Ergun Bereket’in her şeye koşan asistanı Zehra.

Zehra’nın Emre ile olan inişli çıkışlı ilişkisi, Emre’yi ister istemez hayatına dahil olduğumuz ikinci ana karakter haline getirirken, Konstantiniyye Oteli’nin açılış gecesi, onun devamı ve hatta ikilinin gelecekleri kitaba kronolojik olmayan bir sırada ancak hiç kopmayacağınız bir ustalıkta yerleştirilmiş durumda.

Ve Konstantiniyye Oteli’nin en büyük sürprizi; ölüler diyarı Nekropolis. İstanbul, Konstantiniye ne derseniz deyin haddinden fazla ulus görüp geçirmiş bir şehrimiz var. Bunların toprak üzerindeki hikayeleri kadar toprak altındaki hikayelerini de direkt ölülerin ağzından Konstantiniyye Oteli’nde dillendirmiş Zülfü Livaneli. Bir tarafta gerçeküstülüğün o garip etkisi sizi sarıp sarmalarken diğer tarafta Nekropolis sakinlerinin anlattıkları gerçekler karşısında kendinizi er ya da geç ziyaret edeceğiniz Nekropolis için, garip bir şekilde hazırlamış oluyorsunuz. Tabii ki Zehra gibi.

Yendiden vurgulamakta fayda var ki; anlattığım kısım yüzde yirmi idi. Peki esas yüzde 80? Bu yüzde seksen için Konstantiniyye Oteli’nin açılış gecesinin masa masa öyküleri diyebilirim. Kitap için üzerini çizerek söylüyorum ki asla sıkıcı bir bölüm olmamakla birlikte en büyük eleştirileri alacak bölüm de burası. Birbirinden bağımsız insan manzaraları da diyebiliriz aslında bu kısma. Konstantiniyye Oteli açılışındaki jet sosyeteden orada hizmet eden insanlara, şehrin adaletsiz dağılımına daironlarca betimleme var karşımızda.

Zülfü Livaneli’nin pek çok alanda aştığı ortak bir kabul duygusu olmakla birlikte yazarlıktaki başarısı Türkiye’deki genel kitap kültürsüzlüğünün sonucu olarak daha az biliniyor olabilir. Kişisel olarak bende pek çok sanat alanında olduğu gibi yazarlık anlamında da büyük bir yeri olan bir isim Zülfü Livaneli. Konstantiniyye Oteli için son birkaç cümle söylemek gerekirse, kitabın bireysel olarak muhteşem bir etki yaratacağına şüpheniz olmasın. Ancak yazarın ‘Kardeşimin Hikayesi’, ‘Son Ada’ ve ‘Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm’ gibi bütünlüğü olan kitapları arasında büyük ihtimalle de vermek istediği mesajların yöntemi sebebiyle bir adım gerisinde yer aldığını söyleyebilirim.

Okumaya fazlasıyla değer ve ancak Zülfü Livaneli kitapları arasında eleştirilebilir. Başka başarı ölçütü aramaya gerek yok derim. Siz ne dersiniz?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir