MW Sin City: That Yellow Bastard

Herkese merhabaaa! Monday Wars olarak geri döndük ve bu ikinci dönemimizde her bir Sin City bölümünü Tolga ve ben MW genel sunucunuz Nesli’ye ek birer konuk ile sizlere sunmaya çalışacağız.

Sin City nereden çıktı sorularını cevaplayarak hemen başlayayım. MW: Star Wars serimizde bildiğiniz üzere ben Yıldız Savaşları cahili olarak neredeyse her sahneyi bilen sevgili Tolga’nın bir güzel eğlencesi olmuştum. Kaldırılabilir bir şeydi ama intikam soğuk yenen bir yemekse, kişisel tanımlarımızı yeniledikten sonra sofraya Sin City ile tekrar oturmamızın zamanı geldiğini hissettim. Kendisi her ne kadar Sin City ile ilgili fikir sahibi olduğunu iddia etmiş olsa da, bu defa bilinmeyenlerin benden çok kendisine hücum edeceğinin de henüz farkında değildi. Farkına vardığındaysa, klasik hedef dağıtma taktiği olarak bir yazar daha kullanma seçeneğini masaya getirdi. Ben de uyumlu insan olduğuma fark etmeyeceğini belirttim ve işte buradayız 🙂

image

That Yellow Bastard ile başlıyoruz ve bu haftaki konuğumuz; hukuk alanında henüz çığır açmasa bile bu yolda hızla ilerleyen Derya “Dery” Öztürk.

Madem Dery’i o kadar sahneye davet ettik, onunla da başlayalım:

Kendimizi tanıtmalı bir yazı olmalıymış. O zaman ben Derya diye girizgahta bulunayım 🙂 Sin City gerek film gerekse de geçmişteki eserleri olarak takip etmediğim bir mecra idi ve inceleyeceğiz dendiğinde formata pek bakmadan komik bir şekilde tamamına baktım. Sonra sonra her bölümde farklı yazar önerisini de okuyup iyi yaptığımı da düşünmeye başlamışken kızgın kumlar ve serin sular şu kış gününde açıkçası birbirine karıştı…

– Spoiler –

That Yellow Bastard’ta, Bruce Willis’in canlandırdığı Dedektif John Hartigan karakterimiz, çocuk yaştaki kızları hedef alan saldırgan, senatör oğlu Roark Junior’ın peişinde ekranlarımıza yansıyor. Roark Jr’ın elinde olan Nancy isimli on yaşındaki kızı onlarca engeli aşarak kurtaran Hartigan, aynı zamanda büyük bir iftiranın kurbanı olur. Roark Jr’ın suçları üzerine yıkılan John Hartigan cezaevine düşer ve senatör Roark, her şeyi itiraf etmesi için üzerinde baskı kurar.

Sekiz yıl hapiste geçiren Hartigan’ı hayatta tutuan şey, gerçeği bilen Nancy’den aldığı mektuplardır ve bir gün bu mektuplar da kesilir. John Hartigan itiraf etmediği sürece Nancy’e zarar verileceğini anlar ve suçları üzerine alarak hapisten çıkar. Jessica Alba’nın canlandırdığı artık yetişkin Nancy’i bulan Hartigan kendisine blöf yapıldığını anlar ve kaçmaları gerektiğini Nancy’e bildirir.

image

Nancy içinse Hartigan artık bir kahraman, insanüstü ve sahip olduğu tek yakınıdır. Genç kız ona ilgi duymaya başlarken yellow bastard belirir. Tabii ki bu sarı şey, John Hartigan’ın zamanında zarar verip öldürmediği ve tedaviler sonucu bu hale gelen Roark Jr’dan başkası değildir. Kovalamacalar sonunda John Hartigan bunun kendi meselesi olduğunu anlar ve yine bir yol ayrımına gelerek 8 yıl önce yaptığı gibi Nancy için son bir fedakarlığı daha yapmaktan çekinmez.

– Spoiler –

Ne güzel de anlattı Dery dii mi? Peki Tolga’nın neleri var birde ona bakalım..

Atmosfer.. Tek kelimeyle muhteşem. Hani The Artist’teki siyah-beyaz havayı öven hallerimiz vardı ya, That Yellow Bastard hatta Sin City’nin tamamında o siyah-beyazın ötesi retro ve çizgi roman havasını saniyesi saniyesine hissedebiliyoruz.

Renkler.. Siyah ve beyaza eşlik eden sadece iki renk var; sarı ve kırmızı. Sarı, yellow bastard’ımız, kırmızı ise kan ve en büyük Galat… (Tamam tamam bu Nesli’nin repliği idi :)) Böyle kendinizi kaptırdığınız ve o retro hale alıştığınız anda sizi modern zamana taşıyabilecek uyandırıcılar olarak gördüm ben bu renkleri. Genel çerçeve için alınabilecek güzel bir risk olmakla beraber karşılığını fazlasıyla verdiğini de belirtmek lazım.

image

Vurulmanın ölmemek, ölüme terk edilmenin yeniden doğabilmek ve o doğma anında her şeyden bir anda vazgeçebilmek anlamlarını bir arada barındıran çok imge var That Yellow Bastard’ta. Günümüz vizyonunda zombi damgası yedirebilecek birçok eylem, açıklama getirilmeden bile filmin kendi büynyesinde mantıksız bir şekilde tatmin yaratabiliyor. Çelişkilerle denenen ve benim şu ana kadar görmediğim harika bir yaklaşım bu çerçevede.

Yine ben Nesli. Tolga’nın her zamanki farklı bakış açılarını aldıktan (ve en çok sarı-kırmızı Galatasaray demesine takıldıktan:)) sonra fark ediyorum ki sayın MW takipçileri, ben de tam istediğim sunum ve moderatörlük görevini almışım. Bakın ne güzel giriş yaptım, ondan ona görev verip şimdi de suya sabuna çok dokunamdan yazıyı tamamlıyorum :)) Yıldız Savaşları’nda çabuk çabuk iki satırla geçirilen bölümleri unutmamışım değil mi? 🙂

Gerçekten de bakacak olursak bana ciddi olarak söyleyecek bir şey bırakmayan bir çalışma oldu. Sin City’i tanıyor olmamın avantajını umuyorum ki ileriki bölümlerde tanımayanların eksiklerini gidererek sizlere sunabilirim. Ha tabi bundan memnun muyum? Memnunum. Yaşasın supervisor’lık (yine de son kelime kontrolü Tolga’nın:)) 

İki hafta sonra extended and unrated edition Sin City sırasındaki diğer bölüm The Customer Is Always Right ve sürpriz yeni yazarımızla görüşmek üzere hoşçakalın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir