The Next Three Days (2010)

Spoiler; bir nesli yok etti. Siz de yok olmayın!

Şimdi bu filmi nasıl şartlar altında izlediğimi açıklamaya çalışsam, hangi gerçeklerden bahsedersem bahsedeyim yeterli fedakarlığı yapmadığım düşünülecektir. Aslında iyi bir altyapı ve şöyle 90 dakikalarda gezinen örnekler için çok da güzel bir beyaz perde insanı olabilirmişim ama her zaman bu şartlar sağlanamıyor malumunuz. 90 dakikanın üzerine tarafıma yapılan pazarlıklar, gösterilen IMDB puanları vs vs.. Ama bu sefer elimde öyle bir şey var ki, o yok olan neslin isimsel çağrıştırıcısı olabilecekleri bile The Next Three Days’i izlediğimiz akşam şok edebildim. Evet bu belki bir itiraftır ama paylaşmadan edemiyorum, The Next Three Days’i, 2013 Kanada GP’si sırasında izledim.

Evet şokları üzerimizden attıktan sonra filmimize dönelim. Aslında spoiler kısmıyla Scrtlg kısmını ilgilendiren bölüm aralarında güzel bir tarafsız bölge de oluşturdu doğrusu. Sonuçta korku alanı noktalarla başlar.. Her neyse. The Next Three Days diyorduk.. John Brennan (Russell Crowe) ve eşi Lara Brennan (Elizabeth Banks) hararetli geçen bir yemeğimsinin ardından evlerine dönerler ve tam küçük Luke’un fotoğraflı büyüme konuşmalarının geçtiği sıcak aile saadeti esnasında polisler kapıya dayanır. Tartıştığı patronunu öldürmekle suçlanan Lara için.

Bu suçlama aslında basit ve sıradan bir film aşaması gibi duruyor ama bana kalırsa The Next Three Days’in bayrağı devraldığı bölüm de burası. Lara’nın suçlu-suçsuz ayrımının filmin tamamında gizlenmesi, John’un eşine karşı şüphe duymasa bile şartlar ne olursa olsun bağlılığını vurgulaması hikayeyi güçlü ve geçmişe yönelik sağlam temellere sahip kılmış.

Bununla beraber, John’un eşini kaçırma planı (filmin Türkçe ismi de böyle bir şeymiş galiba: Kaçış Planı) bir hoca amatörlüğünden öyle çok büyük bir azılı suçluya dönüştürmüyor onu. Belki fazla şanslı ama yok, yok.. Yapabildiklerine rağmen aile babası. Ve baya baya Russell Crowe, her saniyede.

Belki biraz suç dünyası kesişimi, belki de fiziksel benzerlikler sizi şöyle şeylere de itebiliyor:

Açıkçası beğenilebilecek bir film. 133 dakika akıcı geçiyor ve Vettel’in kazandığı grand prix sonrası iyi bir seçim yaptığınızı bile düşünebiliyorsunuz. Oturun, izleyin yani, fazla söze gerek yok. Liam Neeson’ın ufak rolü de cabası.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir