Sunset Park – Paul Auster

Adını çok duyup hiç tanıyamamak, hiç tanımadığı halde yakın hissetmek ve o ilk karşılaşmada her şeyin yerine oturmasını zevkle izlemek.. İşte Paul Auster’in şu an için son ama benim için ilk kitabı, Sunset Park’ın üzerimdeki etkisi budur.

image

Belirli ana karakterler çerçevesinde kurguyu oturtmak zordur. Karakter sayısını kısıtlı tutmakla tesadüflerin inandırıcılığı arasındaki doğru orantı gereği herhangi birinin azalması halinde diğeri de azalır. Bir başka deyişle, kolay akılda kalıcılığın riski akılda soru işaretleri bırakacak şekilde kalışı barındırır. Bu ikisini birbirinden ayırarak çalışmayı yürütebilmek içinse kuşkusuz yazarın ve hikayenin bunu kaldırabilecek potansiyele sahip olması gerekir. Başarısı mı? Altından kalkılmışsa bu soruyu sormak bile anlamsızlaşır. Paul Auster’in Sunset Park’ta yaptığı gibi.

Üvey kardeşi Bobby’nin kaybını dolaylı da olsa kendine bağlayan Miles Heller, on yıla yakın bir süredir ailesinden, New York’yan ve tüm tanıdıklarından uzakta yaşamaktadır. Kendi içinde bir kaçış, bir hesaplaşmanın meyvesi olan bu ayrılık Miles’a birçok yer dolaştırmış, en sonunda Florida’da Pilar’la beraber yaşamaya başlamıştır. Kendinden hayli küçük hatta reşit dahi olmayan Pilar’a olan sevgisi, Pilar’ın ailesiyle yaşadığı problemler ve iyi bir gelecek hayaliyle kısa süre için yasaların sınırlarını daha fazla zorlamama düşüncesi Miles’ı bir süre için New York’a, eski dostu Bing Nathan ve arkadaşlarının Sunset Park’taki bir başka yasa tanımayan konaklama yerine sürükler. Bing Nathan, Alice Bergstrom ve Ellen Brice’tan oluşan ekip, Pilar’la yasal olarak beraber olabileceği birkaç ayı geçirebilmesi için Miles’ın tek çıkışı olur.

Bununla beraber New York demek aynı zamanda Miles’ın ailesi demektir. Babası Morris Heller ile tam da girişte bahsettiğim tesadüfler eseri NY’da bulunan annesi Mary-Lee Swann ile de yeni bir başlangıç yapıp yapamayacağı Miles’ın kafasını kurcalarken, ana karakterin çevresinde herkesin ayrı hikayesi de o veya bu şekilde birbiriyle iniltilidir. Morris ile Mary-Lee’ye yıllardır haber sağlayan Bing, Morris’in yayıncısı olduğu yazarlardan birine Alice’in erkek arkadaşının ulaşmaya çalışması ve bunun Bing’in dükkanı sayesinde gerçekleşmesi ve daha neler neler..

Sunset Park’ı okumaya başladığım daha ilk anda içerisinden edebiyat aktığını hissettim. Paul Auster gerçekten piyasadaki birçok yazardan ayrı bir kulvarda olduğunu size çok net gösteriyor. Belki kitabın sonunda en çok hissettiğiniz boşlukları size, hayal gücünüze bırakarak doldurma hissi birçok yazarın aksine bir eksiklik olarak değil, özgürlük olarak bilinçaltınıza sunuluyor. Özgürlük demişken, Sunset Park’ta Türk Ceza Yasası’nın 301. Maddesi’ne olan atıf da, bu alanda atılmış bir başka virgül, ülke olarak nasıl anıldığımız veya bu şekilde mi anılmak istediğimiz konularında bize ışık tutuyor.

273 sayfalık Sunset Park’ı, içerisinde bulunduğunuz zamanda “tek solukta” size ne ifade ediyorsa, ondan çok daha yüksek bir tempoda bitirdim. Paul Auster dünyasına benim için güzel bir merhaba oldu. İyi ki, güle güle için daha çok var..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir