tenİStanbul

Imm şimdi başlık için güzel klişeler bulunabilirdi. Meselaaa “İstanbul’dan tenis geçti” ya da “kortun sultanları İstanbul’da”. Aaa bir saniye, ben bu ikincisini zaten gördüm! Şurada ağız tadıyla iki dakika dalga geçirtmiyor basınımız sağolsun. Ama aşağı kalma niyetim yok, ben de “tenİStanbul” diyorum!

Evet diyeceğimi kaptınız di mi? Bugün WTA’in İstanbul’daki sezon sonu şampiyonası, resmi adıyla TEB BNP PARIBAS WTA Championships hakkında konuşacağız. Aslında grup grup gitme gibi bir düşüncem vardı ama yaratıcı Türk zekamızın grupları “kırmızı” ve “beyaz” olarak nitelendirmesine ortak olmama adına (ve tabi ki ilk birkaç ismi geçtikten sonra yazıyı hızla toplama adına) isim isim gideceğim.

Ve tabi ki başlangıcım artık bilmeyenin kalmadığı üzere favorim Victoria Azarenka ile olacak. Evet kazanamadı ve yine evet ki performası bir miktar düşüktü ama şu yukarılarda sezon sonu şampiyonası vurgusu var ya, işte Azarenka ona oynadı. Peki neyine? Tabi ki dünya bir numarası olarak kalmak için.  Grup maçlarında yorucu bir Kerber macerasının ardından tek kelimeyle turnuvanın “canavarı” Serena Willams’a gümüş tepsi içinde sunuldu. Kendisini toparladığında Li’yi rahat geçerek yarı finaldeydi ve yine yorucu tempoyla birleşen Sharapova macerası, Azerenka’nın İstanbul biletinin son bulduğu andı. Ama gerek yorgunluk gerekse de amacı göz önünde bulundurduğumuzda, yarı finale çıkarak korumayı garantilediği yıl sonu liderlik ünvanı kendisini ve taraftarlarını (kim acaba bunlar :)) tatmin etti. Fazlası için, güçlü bir form grafiği ve belki biraz da fikstür avantajı (iğrenç bir futbol terimi ama durumu anlatıyor) gerekiyordu. Sonuç olarak İstanbul’da  Azarenka’dan geriye, aşağıdaki WTA yıl sonu birincilik kupasıyla poz veren tatlı hali kaldı. Sonrası için başarılar diyerek devam ediyoruz.

Serena Williams; canavar, evet. Azarenka ile grup maçında bizzat Sinan Erdem’deydim ve canlı olarak da gördüm ki Williams İstanbul’da insan üstü bir forma sahipti. İtiraf etmek gerekirse bir insan vücudu rakipleri nefes nefese kalırken tepki olarak sadece hafif bir ter salgılıyorsa bu kanıya varmak da zor olmuyor. Grup maçlarında, yarı finalde ve finalde. Hepsinde rahat ve üstün göründü. Ayrıca rakiplerinin üzerindeki psikolojik baskısını da asla görmezden gelemeyiz. Attığı servisler öncesi topu defalarca yerden sektirip oyunu soğutmak dahil Williams’ta bu istikamette çok numara var. Şu bir gerçek ki, Serena Williams oynamaya devam ettiği sürece normal şartlar altında kazanır, kazanır ve sadece kazanır. İyi haber; muhtemelen yaş faktörünü de hesaba katarak her turnuvaya katılmıyor 🙂

Popüleritenin anlamlandıramadığım kraliçesi, Maria Sharapova da turnuva boyunca yüksek bir grafik sergiledi. Grubu diğer gruptaki Azarenka/Williams ağır toplarının aksine Radwanska, Errani ve Kvitova’nın yerine dahil olan Stosur gibi biraz daha “hafif” rakiplerden oluşuyordu ve Sharapova da, dünya dört numarası Radwanska dışında çok rahattı. Üç galibiyetle yarı finale rahat çıkan Sharapova, yıl boyunca tam dört kez mağlup olduğu Victoria Azarenka’yı da yarı finalde -belki de beklediğinden rahat bir şekilde- mağlup ederek finale yükseldi.  Sonrası Williams’la karşılaşan herkes gibi kendince iyi ama sonuçsuz bir oyun.

Agnieszka Radwanska, klasmanı dördüncülüğün ışığında bir turnuva sergiledi. Turnuvadan çekilen Kvitova’ya karşı aldığı ilk zafer, Sharapova yenilgisi ve başından sonuna kadar başa baş geçen Errani karşısındaki galibiyeti kendisini yarı finalde Serena Williams’ın karşısına koydu ve gerisi malum. Kolunda bantla oynayan ve gerçekten 3-3,5 saatlik maçlar sonrası güçlü rakiplerle karşılaşan Radwanska’dan daha iyisi beklenmezdi diye düşünüyorum. İstanbul’a tat kattı..

Na Li, Sara Errani, Samantha Stosur ve Angelique Kerber. Kısaca yarı finale kalamayan dörtlü. Aralarında sıralama yapmak zor ve aynı ilk dört isim gibi yetenekten çok o anki form durumları ve tabi ki şans faktörleriyle bir yere geldiler veya gelemediler. Akılda kalan anlardan Kerber’in Azarenka’yı neredeyse yendiği grup maçı, çiftlerin kraliçesi Errani’nin Radwanska ile başa baş maçı, “içerideki kameraman” Stosur’ın yedek olarak 1-0 geriden başladığı halde gösterdiği performans ve Na Li’nin her an patlamaya hazır oyunu, birbirleri arasındaki maçları bile süperstar görmek gerekmeksizin renklendirdi.

İstanbul tenisi sevdi evet böyle bir gerçek var ama iki yıldır devam eden (ve gelecek yıl da anlaşması olan) böyle güzel bir turnuvayı sahiplenmenin dışında tenis izleyicisinin olması gerektiği gibi de karşılamalıyız. Özellikle belirli saatlerde giriş-çıkışlar ve maçlar esnasındaki gereksiz uğultu sorunları gelecek yıla çözülecek hedef olsa fena mı olur? Potansiyel izleyiciler için de spor salonunda dahi olsa atmosferin, bulabileceğiniz en sağlam yüksek çözünürlüklü yayından çok daha zevkli olduğunu söyleyebilirim. Komik meblağlarla böylesine harika bir turnuvayı canlı izleme fırsatı, tenisi takip etsin/etmesin -ki etmese bile diğer yöne kayan çok tanıdığım var- eminim herkes için olağanüstü bir deneyim. Aman imzalı top için birbirinizi ezmeyin 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir