09.05 – The Wrestler – Darren Aronofsky
Darren Aronofsky’yi Hoş Bir Melodram’da ağırlayışımızın üçüncü haftasına hoş geldiniz. Bu hafta, Aronofsky’nin Pi ve Requiem for a Dream’le alıştığımız psikoloji ağırlığı, 2008 yapımı The Wrestler’la yerini ağır drama bırakırken, ekibimiz de boş durmadı. Bu arada umarım basit de olsa grafik okuma yetiniz vardır. Biliyorum biliyorum; bunu aslında Pi’de kullanmalıydık..
1-2 Veee Randy ‘The Ram’ Robinson ringe çıkıyor sayın izleyiciler. Bugünkü karşılaşması her zamanki gibi zorlu geçecek ama The Ram alıştığınız üzere bugünün de favorisi!
Değil mi Nil? “Bende bende!!!” Ve sen tabi ki Derya. Anons yapan çocuk sizi tek organizma sanıyormuş pardon:))
Pi’yi izledikten sonra Hoş Bir Melodram’da Requiem for a Dream’e geçtik ve credits’i saklasalar, internetimizi kesseler ve tüm film birikimimizi bir şıklatmayla yok etseler bile Requiem for a Dream için “Darren Aronofsky filmi bu” diyebilirdik. Bu hafta ise Aronofsky filmi olduğuna söyleseniz bile inanmayacağımız ve ikna edilmek için çabaya ihtiyaç duyduğumuz The Wrestler, Türkçe ismiyle Şampiyon var önümüzde. Yönetmenlerin belirli çizgilerine tam aşina olurken yaşadığımız bu değişim kuşkusuz sürpriz oldu.
2-3 The Ram sarsıldı ama kazanmasını da bildi. O nasıl şovdu öyle? Herkes ayakta Ram’i alkışlıyor ve The Ream, her zamanki dirsek selamıyla taraftarlarını selamlayarak soyunma odasına dönüyor. Peki maç hakkında senin görüşün ne Melike?
Holivud dramların en klişesinin sahici anlatımından merhaba! Yaşınız mı geçti, hayatınız mı kötü, o Amerikan rüyasının bir parçası olamadınız mı, değişen çağ sizi dışlıyor mu, kusuyor mu? O zaman bütün bunların sebebini sorgulamak yerine, gelin bakalım nasılmış bu keder diyorsanız, tam size göre bir film.
3-5 The Ram için bir başka oyun ve tablo aynı! Rakibi dikenli tellerden masaya, zımbadan merdivene kadar her türlü alet/edevatı kullanırken Ram onu kendi silahlarıyla kanlar içerisinde yere seriyor! Bu ne vahşet! Ama şov yine muhteşem ve tam da bunu görmek isteyen izleyiciler ayakta! Siz kimi tutuyordunuz Nil ve Dery?
Koç. Eskilerden kalma bir güreşçi ve hayat onu ara vermeksizin yaptığı bu ağır spordan bir türlü kopartamıyor. Esasen filmde belirtilmese de şu an yaptığı stille söz gelimi (ve film geçimi 🙂 yirmi yıl önce yaptığı güreşin benzer şartlarda olduğunu düşünmek çok yanlış çünkü şov dünyası o kadar vahşi hareketleri ister olmuş ki Koç da buna ayak uydurmak için eskisi kadar sağlam olmadığı halde bu dünyaya katlanıyor. Ama nereye kadar?
5-11 Cassidy’nin dansıyla birlikte Ram iyiden iyiye kendi toparlıyor ve yeni karşılaşması için hiç olmadığı kadar hazır şimdi. Bu defa daha az kanlı ama The Ram için her şey yolunda gidiyor ve ringin yeniden tozunu attırıyor. “Show must go on” bir kez daha işledi ve maçı seyreden herkes mutlu ayrılıyorlar ve Ram soyunma odasına doğru yöneliyor. Ama, ama bu bulantı da ne? Daha önce yoktu bu.. Hoşuna gitti mi Melike?
Ben sevmedim pek.
Bilindik bir dram. tek iyi yanı ajitasyondan uzak kalmış, yerinde bir sadelikle anlatılmış film. abartılı duygular, diyaloglar yok. Karakterler çok uçlaştırılmamış, diğer filmlerinden en büyük farkı bu, hissedilen duygular sade ama onlar kadar naif değil, sahici sadece.
11-12 Ram kalp krizini ve ardından geçirdiği by-pass’ı atlatıyor ama kariyeri için durum bu kadar olumlu değil. Bir dahakinde bu kadar şanslı olamayabilirsin diyen doktor bir şeyler biliyor olmalı.. Cassidy! Yine Cassidy’ye gitmeliyim Derya. Ve beni lütfen tutma Nil.
Hayatın ona uyarısı filmin dramının da devamı yönünde. Kopulamayan hayattan uzaklaşmak mümkün gözükmeyebilir ama alınan kalp krizi gibi bir işaret bundan sonrası için yaşamakla ölmek arasında seçim yapmayı sunuyor. Ölümden kaçış yok ama güreşerek de fazla yaşanmayacağını ona birinci elden itiraf ediyorlar.
12-13 Cassidy bir kızım olduğunu hatırlattı ama beni bu halimle, bunca yıldır arayıp sormadıktan sonra kabul eder mi ki? Daha da ötesi artık ona mecbur olduğum için geldiğimi düşünecek.. Öyle değilim sanki de.. Küçük Stephanie’im yüzüme bile bakmadı işte. Bir iş daha bulmalıyım. Ne? Haftasonları için şarkuteri reyonu mu uygun? Kabul etmeyip ne yapacağım ki, yeni hayatı öğrenmem Melike, öğrenmemmmm!!
Hiç bir şey öğretmiyor film, ne adamın hayatını ne kızıyla ilişkisinin sebeplerini ne de striptizci kadının hayatını sorguluyoruz. Sadece izliyoruz. Bu sadece tanık olma durumu, kesinlikle bilinçli bir tercih, bir kere kamera seçimleri bile bunun bir “belgesel” niteliğini taşıdığını gösteriyor.
13-15 Stephanie bu hediye senin. Bugüne kadar istediğin gibi bir baba olamadım ama gel bak sana neler göstereceğim; eminim hatırlayacaksın.. Burayı hatırlıyorum ben. Ben senin babanım kızım. Beğenmesen de öyleyim. Bundan sonra daha iyi.. Kız haklı yemeğe gitmeyi bile unuttum ben. Hemde ne için? Barda tanıştığım bir orospu yüzünden! Yok hayır bu yaşam benim yaşamım değil, olamaz da.. Ne pastırma mı? 50 gram fazlanın hesabını mı yapacaksın bana? Hayırr ben Ram değilim, şarkuteri reyonunda çalışan bi…. Eeehh sikerim böyle yaşamı da, bu işi de. Karşılaşmamızın yirminci yılında ne olursa olsun o Ayatollah piçinin karşısına çıkacağım! Ben The Ram’im. Bugüne kadar böyle yaşadım, böyle de öleceğim! Cassidy ve Stephanie.. Hanginiz değişmeme izin verdiniz söyleyin bana! Söylesene Derya, niye susuyorsun Nil?
Hali böyle olunca Koç, sevdiklerine yönelmeye başlıyor ve önce striptiz klübündeki kız, sonra da kendi öz kızı tarafından beklediğini bulamıyor. Yaşamak için seçtiği güreş dışı “yaşam” onun yaşamından o kadar uzak ki, Ram açıkçası hayatta ölü sayılmaktansa güreşe dönerek ölerek yaşamaya doğru bir adım atıyor. Dikkat ederseniz o kadar sert duran adamlar birbirlerine karşı gayet de iyi davranıyorlar ve bunun bir şov olduğunun bilinciyle güreşiyorlar. Ram’in hayatı ve saygınlığının sınırları da tam olarak bu hayatta.
Filmin dramdan biraz da duygusallaştırmaya başladığını hissediyoruz ama çok değil. Çünkü Koç için doğrusu bu ve bu yaşamın dışında ne bir süpermarkette ne de benimseyebildiği sayılı insanın yanında barınamıyor.
Peki ya sen Melike? Ne diyorsun bu yaşlı adamın hikayesine?
Film aşama aşama gerilip yükselip düşmüyor, yine diğer filmlerinden farklı olarak. Aksine tempo bizi finale götürecek ağırlıkta aynı şekilde geçiriyor, ve final! Guns n’ roses mükemmel bir grup. Lisem üniversitem. Dünyanın en iyi gruplarından biri, temmuzda konserleri var.
Diğer filmlerinde renkler kostümler mekanlar bile filmde belli bir mesajın parçası olarak kullanılmışken burda sadece sahnenin parçası. Böyle bir dram, bunun toplumsal koşullarla bütünleştirmediğimizde ne işe yarar, etkilendiğimiz bir iki saatten başka hiç! halbuki bunu bir tür nesil çatışmasına ve bunun kaçınılmazlığının dramına değil de bir gelişim ilerme olmaksızın mesafelerin açılmasına vursaymış oku daha yerinde olurmuş.
Yavan. ajitasyon yok ama, yeni bir şey de yok. Adamın kendi dramına getirdiği başka bir bakış açısı da yok. Başka konu da bir dram da izlesek benzer tepkileri, sözleri başka karakterlerde söyleyebilirdi. Filmdeki tüm kırılma noktaları, kalp krizi, kavgalar, striptizci kadının hayır demesi, geri gelmesi ama yine de finalin gerçekleşmesi, şaşırtıcı değil ve biri diğerini açıklayıcı nitelikte de değil. Sadece kurgusal olarak çok derli toplu, bu yüzden final çok yerinde. Ama sadece dramı daha ağırlaştırmaya, bir tür “bazı şeyler değişmez” mesajı vermeye yarıyor. Ki bu mesajın doğruluğu tartışmaya açık.
15-17 O efsanevi maçtan tam 20 yıl sonra.. Karşınızda yeniden Randy ‘The Ram’ Robinson ve Ayatollah! Tarih gözlerinizin önünde canlanırken The Ram’in etkili konuşması herkesi ayağa kaldırıyor! Hakkında çıkan tüm söylentilere benim güreşmememe ancak siz karar verebilirsiniz diyor coşkulu kalabalığa! Kalabalık The Ram’den yana. Onu ilk günkü gibi görüyorlar ve The Ram gücüne güç katıyor.. Karşılaşma başlıyor. İki güreşçi de birbirine yakın gibi duyuyor ve belki kim bilir; aradan geçen yirmi yılın ardından birbirlerini tartıyorlar.. Ayatollah’tan The Ram’e sert bir hamle yapıyor ve The Ram sarsılıyor. Toparlanan Ram’den de aynı oranda bir karşılık gecikmiyor ve o da ne? Ayatollah yere seriliyor.. İzleyiciler ayakta, The Ram’in ünlü ‘finish him’i Ram Jam’i istiyorlar. The Ram de yorgun gözüküyor. Yerde yatan rakibi için belki hiçbir şey yapmasına bile gerek yok ama ağır adımlarla ringün köşesine ünlü dalışı Ram Jam için tırmanıyor. İzleyicilerin arasına son kez bakıyor ve atlıyor ezeli rakibinin üzerine. Oyunun sonunun geldiğini bile bile..
Peki ya Mickey Rourke Nil, Derya?
The Wrestler tek oyuncu üzerinden dönen bir film ve Koç rolünü Mickey Rourke çok iyi üstlenmiş. Diğer karakterlerin gelişleri, gidişleri, mekanlardaki serpintiler tamamen Koç’a dekor ve bu denli ön planda olan bir karakterin kendi gibi Mickey Rourke’un kişisel kariyerini yücelttiği de aşikar. Bunu filmi izlerken de hissedebiliyoruz ama Mickey Rourke için kariyerinde yeni bir hızlandırıcı (buraya ben olsam katalizörü yapıştırırdım, ah fen dersleri ah.. – T) olduğunu da çeşitli kaynaklardan öğrenebiliyoruz.
Son sözler kapanış konuşmasıyla gelen Mel‘den olsun mu?
Velhasıl, beğen ya da beğenme, ne Pi’nin ne de Requiem for a Dream’ın özgünlüğünün esamesi yok. Onlar arada kalmış filmlerdi, üzerinde konuşmaya açıklardı, kendimizi dışardan izleyebileceğimiz anları vardı. Bu ise tamamen bizi içerden izletmeye, yani belli bir duyguyla, filme tavır almadan izletmeye yönelik bir film. Eh bu sefer konusunu tam anladık da neye yaradı anlamamız? Oyunculuklardan eminim bahseden olacaktır (oldu oldu içini ferak tut:) – T), filme uygun düşücek kadar iyi. Ama bir Requiem’deki anne değil..
Haftaya Black Swan! (Al birini vur ötekine)