25.04 – Pi – Darren Aronofsky

3.141592653589793238462643383279502884197169399375105820974944592307816406286208998628034825342117067982148086513282306647093844609550582231.

Tarihin belki de üzerinde en çok uğraşılan sayılarından birini, son günlerin popüler sayısı 140 karakterde ifade etmeye çalışınca böyle oluyor. Ama bir çoğumuz onu ilk olarak tercihen ortaokul yıllarında (ilke inmiş miydi ki?) pi’iyi 3 alınız gibi yuvarlama deyimlerle, karizmatik π logosuyla ve bir dairenin çevresinin çapına bölümü ile elde edilen matematik sabiti tanımlamasıyla hatırlarız. Hatta yine vakti zamanında pek değerli bir hocamızın sınav sorusununu sonradan hatalı olduğunu anlayıp tam sayı çıkması için pi’yi 2 bile aldırmışlığına bile tanıklık ettim kişisel olarak. Neden her sınav sonucu tam çıkmak zorunda ki? Ya da küsaratlı rakam bulduğumuzda biz niçin işlemlerimizi kontrol etmeye programlandık ki? Bakın Pi’ye, 140 karakterde nasıl da arz-ı endam ediyor en tepede.. Çok merak edenlere 10.000 haneye kadar olanları bile var. Hem koskoca Walter Bishop, en güvendiği kasaların şifrelerini de bu küsürattan oluşturmadı mı? Neden o zaman, neden 3?

Öhü öhü.. Kişisel panik atağımı savuşturduktan sonra tekrar karşınızdayım. Bu arada ben Tolga; “esas oğlan”. Hoş Bir Melodram için alışık değilsiniz biliyorum ama Darren Aronofsky’a geçiş yaptığımız şu günlerde moderatörlüğü o veya bu sebeple üzerimde buluverdim. Bu bağlamda, şu an yazımı çoktan yazıp göndermiş, margaritamı yudumluyor olacakken sizlere giriş/gelişme/sonuç tadında Darren Aronofsky’ın Pi’sini aktarmaya çalışacağım. Tabi ki silah arkadaşlarım sevgili fikir anamız Mel, üç harflerin değişmez ismi Nil, sarı humma Dery ve şu aralar yazılarda olmasa da yorum onaylama ile bilimum teknik angarya işte Sir Frank “Emre” Williams ile birlikte.

Sevgili Melike, Darren Aronofsky’ın dünyasına bizi korkutmadan alıştıracak bir giriş yapmış şöyle bir bakalım ne demiş..

Kaotik dünyanın, depresyonlu, obsesyonlu, yalnız dahilerinin anlam arayışlarının yönetmeni Arofonsky’den merhaba.

Ben olsam Arofonsky’dan derdim herhalde. Karşılıklı yönetmenin adını telaffuz etsek fena olmayacak. To do list’e ekle evladım.. Neyse devam edelim Melike Hanım’la.

Daha önceden izleyene torpil yok gibi katı kurallarımız yüzünden ikinciyi izlediğim bu filmi, ilk izlediğimde biraz da ergenliğinden etkisiyle anlamamış bundan büyük bir keyif almıştım. O zamanlar bağımsız filmler tartışmasız “havalı” (ki burada cool desek o ergenlik dönemine geri döneriz – T.) olma konusuydu malum. Gereğinden fazla anlam ve mesaj kaygısı yüklemiştim. Bunu ise şimdi ikinci de farkediyorum.  Film ne çok bomboş, sadece estetik kaygı ile çekilmiş bir film, ne de sinemanın anlamına dair çekilmiş “çok özel” bir film.

Filmin temellerini bir paragrafta özetlememiz istense herhalde daha iyisi gelmezdi. 3.141592…’nin sadeleştirilmesine alışık bünyelerimize hem kısa hem de öz 3.14 etkisi yaptığını dile getirip göbek bağları birlikte kesilmese bile, aynı eve çıkıp kendilerini göbek bağıyla birbirlerine bağladıklarına inandığımız Derya ve Nil’in girişlerine bir bakış atıyoruz şimdi de.. Ya aslında siz ikiniz için tek isim bulask ya? Deni? Nide? Niğde:)) Üzerinde düşüneceğim..

Milos Forman’ı işlediğimiz bir ayın ardından kaç filmine doyacağımızı henüz bilmediğimiz Darren Aronofsky’ın Hoş Bir Melodram serisine hoş geldiniz. Sizlerle ilk olarak Aronofsky’ın Pi isimli 1998 yapımlı dram, bilim-kurgu ve gerilim kümelerinde yer alan filmi. 84 dakika süren fillm Maximillian Cohen isimli bir matematikçinin aradığıdünyanın sırları üzerine yoğunlaşıyor.

Diyerekk Derya ve Nil de Pi için apayrı bir tarzda girişi yakalıyor. Bu konuda çok yorum/mail alıyoruz aslında ve açıklamak için de buradan iyi yer bulamayız diye düşünüyorum. Pi için, üç güzel hanımefendinin oluşturduğu iki ayrı girişi okudunuz ve birbirlerinden ne kadar farklı ve özgün fikirler verdiklerine dikkat ediyor musunuz? En iyi ihtimalle konuları bölüştüğümüzü falan düşünüyorsunuzdur ama hayırr, hayır yanılıyorsunuz! HBM’nin öyle bir etkisi var ki; herkes kendi yeteneklerini sergilerken garip bir biçimde birbirleriyle çelişmiyor. Bunun nasıl bir sebebi olabilir ki? Ya da Pi’nin “sırları” bize bunu anlatabilir mi? Ne dersin Melike?

Filmde, matematikle kafayı bozmuş, takıntılı karakterimiz Max var. Max çok şiddetli migreni olan bunu ise altı yaşındayken güneşe bakmasına bağlayan yalnız bir adam. Sanıyorum filmde çokça geçen “annem bana güneşe bakma demişti, altı yaşında baktım” repliği yüzünden bu film siyah beyaz. Kendi sanrılarıyla beraber, kalan dünyanın anlamını ve rengini yitirmesinin bu kadar açık anlatılması ancak bu kadar teknik olabilirdi.

Geçtiğimiz hafta boyunca bizde baya renkleri anmıştık ve The Artist’ten sonra bir başka yeni sayılabilecek siyah-beyaz yapım açıkçası beni gayet memnun etmeye başladı. Alışmaya başladım galiba.. Melike’nin çıkarımına katılmakla birlikte kendi dünyamın renkliliğinden memnun olacağım ki, kış ayında bile ultraviyole ışınlarından korunmak için güneş gözlüğümü yakınımda tutarım. Korunmak önemli şey di mi Derya ve Nil? Korunmak derken; dış etmenleri kastediyorum tabi:))

Cohen garip biri. Her dahiliğe yaklaşan adam kadar garip bu doğru  kendi dünyasını, bu sırları arayacak kadarda özgür ruhlu. Onu bağlamaya çalışan etkenlerden o kadar soyutlamaya çalışıyorki kendini, yaratmaya başladığı ve sonunda kendini Tanrı’yı anlayabileceği bir dünyayı kurarken ve onu en yakın hocasından bile sakınıp korurken buluyor. Çözmeye çalıştığı formülü kendi kendine bile açıklayamazken bunu zaten bir buluş olarak lanse edebilmeside imkansız görünüyor.

Ben ısrarla öğrenmek istiyorum; nedir peki bu buluş/sır/ya da her ne ise? Melike sende kesin vardır bir şeyler?

Hiç olmaz mı..

Film bolca matematik terimi içermesine karşın, doğrudan buna ilgisi olanlara hitap etmiyor bana kalırsa. Film ilk elli  dakika boyunca gerilim filmi diyebileceğim kadar sakin ve adım adım geçiyor. Karakterlerin kim olduğunu, çevrelerini, sürekli tekrarlayan krizlerini görüyoruz. Basamak basamak yükseliyor film ve tam belli bir sonuca varabilecekken hızla düşüyor bana kalırsa. Wall street ve tevrat daki sırları çözmeye gelmiş yahudi amcaların filme girmesi film içerisinde çok doğru bir zamanlama da değil. gerçekçi olması için geç, halüsinasyon olabilmek içinse çok erken.  Yani adamın tam delirdiğine inanmaya başladığımız bir anda; filme eklenmiş aksiyon sahneleri bana ilk izlediğimden beri yapay geliyor. Bu da halüsinasyon olduğuma dair düşüncemi destekliyor. Sadece biraz daha yükseğe konulabilecek bir çıldırma eşiği, muhtemelen çok boğuk bir film oluşturur mu kaygısıyla daha öne çekilmiş; ki bu haliyle dahi oldukça iç karartıcı bir film.. Max her şeyin bir şablonu olduğunu düşünüyor ve bu şablona ulaştığında, hayatın anlamını çözebileceğine dair takıntılı inancı onu her geçen gün gerçeklikten koparıyor. Max’in gerçek dünya ile bağı, komşularıyla olan ilişkileri ve Go oynama sahneleri.. belli bir tekrar izleyen her olayın, matematiksel olarak çözülebileceğine ve bir sonraki, varsa, tekrarın ne olabileceğine dair bir çözüm üretme çabasının aslında onun yaşadığı krizlerden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Aslında Max dış dünyayı anlamak istediği kadar, kendi kafasının içini anlamak istiyor filmin anlattığıyla. Bol bol yakın plan kendi kafasını incelemesi bunun bir göstergesi bana kalırsa. Asıl bulmak istediği şablon krizlerinin, kendi beyninin şablonu olabilir. Aynı şablonun, sayıların, denklemlerin insan beyninde var olduğuna göre doğadaki tüm sayılarda var olabileceğine dair hipotezi filmi akılcı bir çizgide tutmaya yarıyor. Filme bilim kurgu demek mümkün değil bu yanıyla.film boyunca da hiç abartıya kaçıldığını hissetmiyoruz. Sayıların sürekli değiştiği, azaldığı arttığı borsa ise en sağlam çalışma alanı mecburen. İşte krizlerinin arttığı, çözüm bulamayıp, belli sayılara takıntılı hale geldiği ve hocası Sol ile tartıştığı sahneden sonra tezine olan inanıncını sağlamlaştırmak için kendi beynin yarattığı halüsinasyonu izliyoruz o esnada. Madem ki dünyayı anlayabileceği bir kalıp var; o zaman dünyanı yöneten iki büyük gücün, ekonomi ve dinin onun peşinde olması gerekir.  Ama Max ikisine de karşı koyarak kendisine cevap veriyor kendi kafasının içinde, “onu ben çözeceğim” diyor, “bu onu benim yapar.” Bu tarz replikler Max’in dış dünyada bulacağı bir anlam değil, kendisi ile gerçeklik arasında bulabileceği bir bağ peşinde olduğunun göstergesi.  Benim anladığım bu en azından…

En azından? Daha ne olsun ki:) Aslında çözmeye çalıştığı demiş ya Derya ve Nil, Max için; Pi’nin genel yaklaşımı bu. Herkes çözmeye çaklışıyor bir şeyleri. Yöentmenlerin çabaları da bazen bu yönde olur zaten. Kendi anlattığının yanında izleyiciye bir şeyler verebilmek.. Bu konuyla noktalıyorsunuz galiba?

Pi’de şudur diyebileceğimiz bir yargı yok. Yönetmenin anlattığı hikayenin yanında izleyenlerin filmden algıladıkları bir noktadan itibaren önem kazanıyor. Bir amaç için yollanmak ya da kendini böyle zannetmek. Her an bu düşüncelerle biterken bir halisülasyonla her şeyin normale dönebileceğine inanmak. Darren Aronofsky duygudan duyguya atlarken her şeyi bir anda bitiriveriyor. Bazı filmlerde kafanızda kesin bir şey olmadan bitince kaybolmuşluk, pişmanlık hissi oluşur ama Pi aynen böyle bitmesine rağmen bir rahatlama hissiyle finali yapıyorsunuz. Çok başarılı bir sevk.

Bu final bir şeylerin işareti olabilir gibime geliyor. Mesela Requiem for a Dream. Yukarıda 90 dakikanın altını görünce kendimi attığım programımızdaki bir diğer Darren Aronofsky yapımı. İzlememiş olanlar için; bir tarz doğuşunun ayak seslerini mi duyuyoruz yoksa Melike?

Ve final, biraz hızlı kesildiği kanaatindeyim açıkcası. Bulduğu için mi, pes ettiği için mi kendisine onu yaptığını ayırt edemiyorum. Ama küçük kız işlem sorduğunda bilemediğinde, yüzünde belirgin bir mutluluk var ve filmin son sahnelerine herhangi bir krizde izlemiyoruz. Hem bulmak hem de bazı takıntıların peşini bırakmak aynı finali doğurabilir, eğer bu bilinçli bir ortada bırakmaysa muazzam güzel bir final olduğu söylenebilir. Velhasıl, film güzeldir, iyidir hoştur. Yalnız anlatmak istedikleri için kısa, anlatabildiği kadarı için uzun bir filmdir. Bunu da yönetmenin ilk uzun metrajı olmasına verebiliriz sanıyorum. Önümüzdeki haftalarda izleyeceğimiz, bol iç karartıcı yakın plan karanlık çekimlerin ilk örneklerini izlemiş olduk. Kapıyı tek tek açması, kafasını bol bol incelemesi, ilaçların alınma sahnesi aronofsky’nin diğer filmlerinde üzerinde ustalaştığı bir tarz. Bu tarz filmlerde ben insanın kendi hayatından ya da toplumundan belli kesitleri görmeyi severim.  Bu yönü olmayan bir film. Gerçekten kendi özgü bir karakter Max. “işte obsesyon insanı bu hale getirir” gibi bir mesaj verdiğini zannetmiyorum. “insanın dünyası kendisi ve çevresiyle oluşturduğu gerçekliktir” tezine içten katılmıyorum. Max gibi, insanı kendinden uzaklaştıran insanların öykülerinde bile, Sol ile geçen Go oynama sahnelerine daha fazla ağırlık verilmeliymiş. Biraz daha Max’i dışardan görme şansımız olmalıymış. İşte o zaman film “tam” olurmuş bence. Ama orda bile “sende yaşadın, sen korktun” gibi hala Max’in kendisi üzerine söylediklerini duyuyoruz. Yine de başarılı bir film. Zaten zekice kurgulanmış filmlerin ayına hoş geldiniz.

Doğru söze ne denir? Sanki cevabı görmüşüm de soruyu hazırlamışım gibi ne tatlı değil mi? Heh heh..

Gelen yazılara bakıyorum da çok dikkat çekmemiş ama benim için önemli bir noktası daha var Pi’nin. Günümüzde milyonlarca dolar harcayıp ortaya çıkarılan saçma sapan filmlerin aksine Pi’nin bütçesi sadece $60.000. Elde ettiği etki için ekstra bir şey dememe gerek yok sanırım.

Bu arada Maximillian Cohen ismi nereden tanıdık geliyor diyordum.. “Maximillian” kısmı bir Dan Brown kitabından, “Cohen"se Adam Fawer’ın Empati’sinden aklımda kalmış. Alın size beynin bir oyunu daha.

Moderatörlük iyi hoş da; bana söyleyecek çok şey bırakmadınız ya.. Yeni bir tarz olarak Darren Aronofsky’ı ele almıştık ve ilk hafta itibariyle biraz daha riskli bir alanda yolalmaya başarılı bir şekilde adım attığımızı hissediyorum şu an. Haftaya Requiem for a Dream’de büyük fırtıtalar kopacak gibime geliyor. Pi’den edindiği çıkıramların toplum bazında uyarlaması ve kat ve kat sertine hazır olun derim. Haftaya görüşmek üzere. Hoş Bir Melodram’ı okuyun/okutun efendim. Yazmak isteyene de hayır demiyoruz şimdilik:)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir