The Artist (2011)

Sessizliğiyle, sessiz filmlerin bitişini yine onlardan biri olarak anlatan siyah beyaz bir film..

Hayatımda kurduğum en garip cümlelerden biri oldu. Bitmiş bir şeyi onlardan biri olarak anlatabilmek nasıl mümkün olabilir sizce? Yeniden dirilişle! Zombilerle!!! Yok ama onlarla hiç alakası yok. O, o… The Artist o.

Garip dedik ya aslında kilit nokta bu. Siyah-beyaz ve sessiz bir filmi yirmi birinci yüzyılda tekrar vizyona sokan, en iyi film dahil 84. Oscar Ödülleri’nde beş dalda mutlu sona ulaştıran ilginç ve hatırlanası dengelerin hepsi The Artist’te toplanmış.

/Spoiler/
Yıl 1927. Jean Dujardin’in canlandırdığı George Valentin, sessiz filmlerin baş aktörü olarak ünü kendisinden bir karış önde gezmektedir. Hayranlarının arasında karşılaştığı Peppy Miller’la (Bérénice Bejo) fotoğrafları gazatede yayınlanan Valentin bu pozla, Miller’a -kendi başına yapması gerekenlerle birlikye- şöhret kapısını aralamıştır. Sinemanın sessiz filmlerden sesli filmlere geçiş dönemi George Valentin’e çağının kapanmasının gerekliği istikrarlı düşüş, sesli filmerin parlayan yeni yıldızı Peppy Miller’a ise rüyalarında bile göremeyeceği bir yükseliş getirecektir. Üne kavuşması ve hatta beninin mimarı George’un gün be gün yok oluşunu izlemekse, Peppy’nin kesinlikle ödemeyeceği bir bedel olacaktır.
/Spoiler/

The Artist’i büyük ön yargılarla izlemeye başladığımı sanırım itiraf etmeliyim. Siyah-beyaz, sessiz.. Hepimizin uzak olduğu ve belki de hiç dahil olamayacağımız dünyalar ama o tadı alabilmek adına ön plana çıkan sımsıcak da bir yapım aynı zamanda. Aldığı ödüllerin ne kadarını bu farkları yüzünden almıştır bilmiyorum ama akademinin kararında filmin otantikliğinin etkisi de yok diyemem.

Her şeyi bir kenara bırakırsak; izleyin bence. Filmin sonu geldiğinde yüzünüzde bir gülümse garantisi var.

image

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir