Live It Down

Ülke olarak gereksiz anlam yüklediğimiz şeyleri sıralamaya kalksak Eurovision eminim ilk sıralara oynar. Uzun yıllar boyunca Türkçe şarkılarla katıldığımız ve sondan birinci, ikinci olarak sıralandığımız yıllar boyunca aslında bir miktar heves kaybı oluşmuş olsa da, makus talihimizin Sertab Erener’in seslendirdiği ilk İngilizce şarkı “Everyway That I Can” ile dönmesinin ardından deyim yerindeyse yine eski formumuza kavuştuk.

2003 yılındaki bu başarının ardından TRT’nin bazı deneysel katılımlar gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Çünkü İngilizce şarkıları saymazsak “Rimi Rimi Ley” ve “Superstar” gibi kulakların pasını silmesini bırakın, duyulduğunda insanı panik ve strese sürükleyen, ardındansa arkasına bakmadan kaçma hissi doğuran Türkçe şarkılar bana kalırsa üst yönetimi yabancı dili artık standartlaştırmaya ikna etmek için seçilmiş nadide(!) parçalardı. Arada Mor ve Ötesi’nin bir Türkçe şarkısı (yanılmıyorsam Deli idi) idare eder gibiydi ama Boğaziçili çocukları Türkçe ile harcamalarıyla yine kendi kendimizi vurmuş olduk.

İngilizce şarkılardaysa bugüne kadar gerçekten Türkiye ortalamasının üzerinde bir başarı elde etmiş gibi durduk. Sertab Erener’in birinciliğinden tutun da, Athena, Hadise, Manga ve adını hatırlamadığım varsa diğerleriyle aşağı yukarı hep ilk beşte yer aldık ve bu sonuçlar, yukarıda hayalini kurduğum ikna mekanizmasını doğrular nitelikteydi.

Peki 2011’de ne oldu?

Size ne olduğunu söyleyeyim. Yüksek Sadakat ve Live It Up. Öncelikle bu seçimi benden yaşça bir hayli büyük bir dostumla (yaşça büyük dost gitmedi, tanıdığım daha uygun galiba) öğrendim. Tanıdığım televizyona baktı ve şarkıyı tanıtan Yüksek Sadakat’e hitaben ilk olarak “ee bunlar yaşlııı” yorumunda bulundu. Kişisel olarak grubu az çok tanıdığım için o ilk bakışta benim yaklaşımım bu şekilde olmazdı ama Yüksek Sadakat’a ilk kez dikkat eden birinin takıldığı şey yaşları. Neyse bu müzik, yaşları farketmez diyor ve şarkıyı dinliyoruz.. Grubun solisti kendini yaya yaya bir şeyler mırıldanıp şarkıyı bitiriveriyor. İngilizce pratiğim olmasına rağmen Live It Up’tan yakalayabildiğim çok ama çok az bir bölüm oluyor. Bunu da ilk tanıtımına verip düzenlenebileceğini düşünerek yine defteri kapıyor ve nihai performanslar için yarışma gününü bekliyorum.

Ve 10 Mayıs, yani Yüksek Sadakat’in canlı performans göstereceği ilk yarı final günü geliyor. İngilizce şarkılardan alışkınız ya, ilk izlenimlerden kazanamayacağımız belli olsa da Twitter’a, “yarı finali öyle böyle geçer, finalde de değersiz bir sonuçla döneriz" yazıyorum ve beşinci sıradaki Yüksek Sadakat sahne alıyor. Grubu görüyorum ve o yeşilli, allı-pullu giysilere açıkçası gülmeden edemiyorum. Kötü, kötülüğün de ötesinde komik bir giysi. Arkada içerisinde garip hareketler yapan bir kız olan kafes dışında sahne şovu yok birşey yok derken şarkı başlıyor.. Ve işte o an Live It Up’ın ilk tanıtıldığı ana dönüyorum. Şarkıdan bu sefer sözlerini okumama rağmen solistin mırıltıları dışında yine bir şey anlamıyorum! İnternette alıntılar içerdiği ve dilinin çok basit ortaokul İngilizcesi olduğu iddialarına hiç girmiyorum bile.

Bunu kaç aydır benim dışımda kimse fark etmedi mi yoksa solistin kelimelerini sadece ben mi anlayamadım karar vermeye çalışırken Yüksek Sadakat’ten bir sıra önce sahneye çıkan Ermenistan aklıma geliyor. Solistin sözleri sanki Türkçe konuşan Zeki Müren gibi anlaşılıyor. Hayır, hayır kulağımda ve dili algılayışımda bir sorun yok. Sorun kesinlikle Yüksek Sadakat’in mırıldanmaktan şarkı söylemeye geçememesinde!

Hepsini bir araya toparlarsak; kişisel eleştirim anlaşılamama, basit bir dille hazırlanmış şarkı, kötü sahne şovu, alıntı iddiaları, kötü kostümler, idol olarak benimsenemeyecek bir grup ve yetersiz tanıtım. İşte finallere kalamadığımız ve tarihimizdeki en kötü sonucu alan İngilizce şarkının formulü budur sevgili dostlarım.

Aynı hevesle devam edilir mi bilemiyorum ama sırada "2012’de Eurovision’a kim gidecek?” var.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir