The King’s Speech (2010)

Son dönemde dünyada ve malum kopya mı değil mi gibi sebeplerle Türkiye’de de en çok konuşulan filmlerden biri The King’s Speech. Başrollerini Colin Firth, Geoffrey Rush ve Helena Bonham Carter’ın paylaştığı filmin, afişinin de dediği gibi “inanılmaz” bir gerçek hikayeye dayanmasıysa, olağanüstü oyunculuklarla birlikte kuşkusuz gerçek başarısının anahtarı.

Film, tam adı Albert Frederick Arthur George olan York Dükü Prens Albert’ın, kekemeliği yüzünden yaşadığı sorunlu bir konuşmayla açılıyor. Bulunduğu konum gereği halka sıkça hitap etmesi gereken prensin bu kusuru muhtemelen tüm hayatında olduğu gibi yaşamının bu dönemini de olumsuz olarak etkilemektedir. Eşi Elizabeth’in desteği ile çeşitli terapistlerle görüşen prensin somut bir sonuca ulaşamama durumu, yine Elizabeth’in bulduğu ve kekemelik tedavisinde farklı yöntemleriyle tanınan Lionel Logue ile değişmeye başlar. İlk seanslarında Lionel Logue ile özellikle birbirlerine nasıl hitap edecekleri konusunda sorunlar yaşayan Prens Albert, birçok git-gel sonunda kendisinin yadırgadığı davranışları -istemeden de olsa- kabullenmiştir.

Bu sırada Prens Albert’ın babası Kral George V’in ölümüyle tahta, babalarının kuşkularını doğrulayacak biçimde abisi Edward VIII problemleriyle birlikte çıkar. Edward VIII’in, iki kez evlilik yaşayan ve hala evli olan Wallis Simpson’la olan ilişkisi ve bu ilişkiyi evliliğe taşıyacak olması kendisini, kral için izin verilmeyen bir duruma sürükler ve Edward VIII bu evliliği yapmak uğruna görevinden vazgeçer. Bu noktada tahta geçme sırası George VI olarak anılacak olan Prens Albert’tan başkasına kalmaz.

Lionel Logue ile olan seanslardan hoşlanmadığı her halinden belli olsa da George VI ondan vazgeçemez ve beraber ciddi ilerleme kaydederler. İlerleyen dönemde Logue’un üslubuna da alışan yeni kralı, ikinci dünya savaşı öncesi halkına sesleniş sınavı beklemektedir. Lionel Logue’un hazırladığı ortam ve teknikleriyle yapabileceğinin en iyisini ortayan koyan George VI, geçmişteki problemlerin aksine bu sefer istediğini almıştır.

Tarihten gerçekten farklı bir esintiyi bizlere sunan The King’s Speech, kesinlikle izlenmeye değer bir yapım. Toplumun en üst kademesindeki bir insanın nasıl sorunlarla boğuşabileceğinden tutun da, onun, sıradan bir insan olarak görüp küçümsediği bir insanla gelişen dostluğuna ve filmin sonunda ona verdiği hediyeye kadar her şey ilgi çekici bir akıcılıkla bizlere sunuluyor. Türkçe’de tam karşılığı olduğu halde Zoraki Kral gibi saçma bir isimle ülkemizde vizyona giren The King’s Speech’le, örneğine kolay kolay rastlayamayacağınız iki saat sizleri bekliyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir