Kayıp Sembol (The Lost Symbol) – Dan Brown

Not: Bu yazı spoiler içerebilir.

Kayıp Sembol, Dan Brown’un özellikle Da Vinci Şifresi ile yakaladığı çıkışın, meyvelerini toplamaya devam ettiği bir eser olarak görülebilir. Hikaye, başlı başına edebiyat dünyası için iyi bir kazanım olmakla birlikte, Da Vinci Şifresi ile benzerliği de malesef tartışılmaz bir gerçek.

Temel olarak insan potansiyelinin sınırlarını araştırmak ve insan kapasitesinin geliştirilmesi görüşlerini içeren neotik bilim, insanlığı aydınlatacağına inanılan antik gizemler ve tabi ki masonlar temalarını işleyen Kayıp Sembol’de yine Robert Langdon’ın zorlu geçen bir gecesi anlatılıyor. Yakın dostu Peter Solomon’ın asistanı tarafından, Kongre Binası’nda konferans vermesi için çağrılan Langdon’ın, Kongre Binası’nda konferans olmadığını ve geçmiş zamanda Peter Solomon’ın kendisine verdiği bir emanetin ele geçirilmek istendiğini anlaması uzun sürmez. Üstüne üstlük, Kongre Binası’nda bulunan kesik elin de Peter Solomon’a ait olduğu anlaşılınca başta Peter Solomon’ın noetik bilimle uğraşan kardeşi Katherine olmak üzere birçok kişinin Peter Solomon’ı kaçıran Mal’akh’ın (veya diğer isimleriyle Zachary Solomon / Dr. Christopher Abaddon / Inmate 37 / Andros Dareios) tehditi altında olduğu anlaşılır. Kongre Binası’nın mimarı Warren Bellamy’nin mason sırları hakkındaki endişeleri sebebiyle Kongre Binası’nda Peter Solomon tarafından saklanan mason piramidi ile binadan kaçmak durumunda kalan Langdon, artık CIA tarafından aranılan biri olmuştur. Mal’akh’ın, Peter Solomon’ın hayatına karşılık çözülmesini istediği sırrın, Solomon’ın hayatına rağmen korunup korunmaması tartışılırken Katherine’in çabalarıyla Langdon kendini mason piramidini çözmeye adar.

CIA ile Langdon-Katherine-Bellamy arasında yaşanan köşe kapmacalar, Peter’ı kaçıran kişinin gerçek kimliği derken kitabın sürükleyici yanı özellikle ikinci yarısı itibariyle sizi etkisi altına alıyor. Özellikle Mal’akh’ın inanışları ve bunların detayları bazen sıkıcı olsa da, romanın bütünlüğü için atlanmaması gereken detaylar oldukları da anlaşılıyor.

Bunların yanında başta söylediğim Da Vinci Şifresi benzerliğini biraz açmak istiyorum. Öncelikle Langdon zaten kafadan aynı kişi. Da Vinci Şifresi’nde ölü Jacques Sauniere, Kayıp Sembol’de kaçırılan ve eli kesilen madur konumunda Peter Solomon, Langdon’ın başına işler açıyor ve Langdon bu yüzden aranan bir isim haline geliyor. Da Vinci Şifresi’nde Jacques Sauniere’nin torunu Sophie, Kayıp Sembol’deyse Peter’ın kardeşi Katherine, Langdon’a yardım eden ilk kişi konumda. Yani yine madurun bir yakını ve aynı hikaye. Devam ediyoruz; Da Vinci Şifresi’nin yüzbaşısı Bezu Fache ile Kayıp Sembol’ün CIA yetkilisi Inoue Sato’da Langdon’a başta diş bileyip sonradan yardım eden güvenlik güçlerini temsil ediyorlar.  Ayrıca Da Vinci Şifresi’nde Sir Leigh Teabing, Kayıp Sembol’deyse Mal’akh’ın yaptığı ters köşeler kitapları yine birbirine yaklaştırıyor. Eh genel sembol çözümü işi ise zaten Harvard simgebilim profesörü Langdon’ın uzmanlık alanı olunca sanki sürekli benzer şeyleri okuyor havası oluşabiliyor.

Son olarak Kayıp Sembol’deki Türkiye göndermesini es geçemeyeceğim. Hikayeye göre Peter Solomon’un oğlu Zachary Solomon, kötü alışkanlıklar vb sebeplerle Türkiye’de bir hapishaneye düşüyor ve buranın müdürü Peter’a para karşılığı oğlunu serbest bırakabileceğini falan söylüyor. Teklifi kabul etmeyen Peter’sa, kısa süre sonra hapishanedeki oğlunun ölüm haberini alıyor. Yani bilemiyorum çok iyi değiliz falan ama Midnight Express’ten itibaren sanırım Türk hapishaneleri bu şekilde anılır oldu ve bu kötü imaj üzerinize fena halde yapıştı. Bu kadar çok satan bir kitap için kesinlikle negatif bir Türkiye betimlemesi olduğu ortada. Ayrıca aslında ölü biriyle yer değiştirmiş ve “Türkiye cehenneminden” kaçan Zachary’nin (Mal’akh / Andros) Yunan adalarında huzur bulması da pek bir manidar olmuş. Kızlar mızlar, cennet Yunanistan herhalde.

527 sayfadan oluşan Kayıp Sembol’ün Aralık 2009 tarihli ilk baskısı tahmin edileceği üzere Altın Kitaplar’dan çıkmış durumda. Kaçırılmaması gereken bir eser olmakla birlikte, diğer Dan Brown eserleri ile peş peşe okumamanızı öneririm.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir